Thursday, February 19, 2009

eskilerden devam - Saban' in Kedisi


Birgün Ramazan’ ı vurdu diye duyarsanız hiç şaşırmayın dedi sigarasından derin bir nefes almadan önce, diğer elini sertçe masaya vurarak; yerdeki tavuk boyunlarını kemiren küçük kedisinin de hafiften sıçramasına sebep olarak Şaban abi. Zaten bitmişim ben, bitmişim kardeşim dedi, sigarayı tutmayan eliyle hanın temizliğini yapması karşılığında yaşamasına izin verilen odayı göstererek: “Hiçbir şeyim yok ki benim, hiçbir şeyim kalmamış”. Ayağında lastik terlikleri, yırtık pırtık şortu, üstünde yakası göbeğine kadar yırtık penyesiyle, saçı başı toz içindeydi bu gece temizlikten yeni geldiği için. Geçen akşamki hali geldi gözümün önüne, ne kadar da neşeliydi oysa ki Moldovyalı fahişeleri ağırlarken; “buyrun, buyrun ben Şaban, merhabaaa hoşgeldiniz, Şaban ben, sizin isim neydi?”, böyle davranmak lazım bunlara derdi, yoksa bu işin keyfi başka türlü çıkmazmış. Sabah da başından geçenleri anlatırken epey güldürdü bizi. Tek kelime türkçe bilmeyen kadına yumurta ister misin diye sormuş, lafla anlatamayınca da, kapmış dolaptan bir yumurta, kadının burnunun dibine kadar getirerek “bundan ister misin?” diye sormuş, gecenin üçünde yağda yumurta yemişler karşılıklı. Rahmetli karısından –öldü benim hanım diyor ama işin aslını bilen yok- kalan makyaj malzemelerini, iç çamaşırlarını falan verip öyle göndermiş kadını –alem adam-. Küçük kedisini anlatırdı sıksık. Ben yatarım, o da gider şu koltuğun üstünde uyur, ben kalkarım, o da yerinden şöyle bir gerinip kalkar sonra yemeğini ister demişti bir keresinde. Bir de teorisyen yanı vardı bizim Şaban abinin. Sorunu söyleyin anında çözüme dair bir teori geliştiriverirdi; “şunu şurdan getir, burdan geçir, iki çivi çak, bir de tahtayla tuttur, tamamdır”. Ama hiç göremedik bir işi böyle hemencecik çözüverdiğini. Bir de deprem günlerinde bir lafını duymuştum, aşağıda bağıra bağıra anlatıyordu; “deprem bir başladı gece 12’ de sabah 7’ ye kadar hiç durmadı, ortalık zangır zangır sallandı Allah çarpsın” diye, ben de o öğlen 12’ den akşam 7’ ye kadar gülmüştüm...Ama bu gece farklıydı, keyifsizdi, o konuşuyordu hepimiz dinliyorduk. Ben kafaya taktım Ramazan’ ı, geçen akşam yaptığını bir daha yapsın devirecem onu diyordu. Zaten bitmişim ben, hiçbir şeyim yok benim, içeride rahat ederim hiç olmazsa, yemeğim hazır, karışanım görüşenim de olmaz, ohh gel keyfim gel diyordu. Saat neredeyse 2 olmuştu. Rüzgar bulutları hafiften sürüklüyor, ertesi gün havanın kapalı olacağını fısıldıyordu kulaklarımıza. Dedim ya, keyifsizdi bu akşam, Allah rahatlık versin deyip ayrıldık yanından, evlerimize dağıldık keyifli bir uyku için...Sabah aldık haberini. Hemen koştuk odasının olduğu terasa. İlk girenlerdendim odasına böyle durumlarda soğukkanlılığımı koruyabildiğim için. Gene kurmuşsun teorini ama bu sefer uygulamaya da ağırlık vermişsin diye geçirdim içimden. Gözümün önüne geldin heyecanlı heyecanlı, olmayan altdişlerini göstere göstere, üstünde çiçekli havai gömleğin, düğmesi eksik, altında her tarafı tadilatlı beyaz pantalonun, ayağında ahı gitmiş vahı kalmış yumurta topuk ayakkabılarınla; “bak Ufuk, alırsın sağlam bir ip, şöyle uygun bir yere bağlarsın, geçirirsin ilmeği boynuna, sonra da bırakırsın kendini. İşte bu kadar basit, eğer artık çekemeyecek durumdaysan bu pis, bencil, orospuçocuğu yaşamı, bas kıçına tekmeyi gitsin” dediğini duyar gibi oldum.

Görseydin her akşam üstünde uyuduğu koltuğun bu sabah altında ağlayan kedini, sen bunu yapmazdın bence Şaban abi..

27/09/2001

No comments: